Hikmetli Nasihatler

Cennete Temiz Olanlar Girer

Üstü başı çamur çirkef içinde biri câmiye girmeye yeltendi. Fakat biri engel oldu ve dedi ki:

«Ellerin kurusun. Öyle temiz bir yere böyle berbat bir hâlde girilir mi?»

Bu durumu görünce gönlüme bir rikkat geldi. Cenneti düşündüm ve kendi kendime dedim ki:

«Cennet de temizdir ve temizlerin yeridir. Oraya girmeyi temizler ümit edebilirler. Günah çamuruna batanların orada ne işleri var?»

Cenneti, ibâdet götürenler alır. Nitekim kime para lâzım ise pazara mal götürür.

Eteğin zillet çamuru ile kirlenmiş ise ırmak yukarıdan kesilmeden çabuk git, yıka ve temizle.

Devlet kuşu ipini alıp uçtu, deme. Henüz ipin ucu elindedir.

Geç kaldım, diyorsan biraz çabuk ol. Doğru yolu tutturan geç kalmayı dert etmez.

Ecel henüz dilek elini bağlamamışken, vakit kaybetmeden elini Allah’ın dergâhına kaldır.

Ey günah işleyip de uykuya dalan gafil kalk! Günahların için özür dileyerek gözyaşı dök. Çünkü dünyada gözyaşı dökmezsen yarın ukbâda yüz suyu dökeceksin.

Kimse sana arkandan şefaatçı olmaz. Sen şefaatçını burada bul. Hem de öylesini bul ki yüzünün suyu seninkinden fazla olsun.

Cenâb-ı Hakk kahr ile beni kapısından kovarsa büyüklerin rûhlarını şefaatçı olarak getiririm.

 

Bostan – Sadi Şirazi

Etvâku’z – Zeheb – Önsöz

Bizi nihayetsiz nimetlerine nâil kılıp, her türlü kötülüklerden koruyan Allah’ım! Sonsuz şükürler olsun Sana. Eğer fazl-ü kerem’in gazabından çok fazla olmasaydı, ben rahmetine değil, gazabına lâyıktım. Hiçbir kulun hamd-ü senâsı Senin nimetinin karşılığı olamaz. Kim ne kadar çok hamd-ü sena ederse etsin, ne kadar buna gayret gösterirse göstersin, ayağı köstekli at gibi nimetlerine şükürle ulaşmada noksan kalır. Senin keremin öylesine yüce bir meyve ağacına benzer ki, ancak şükür kanadı ile uçanlar onun dallarının altından geçebilirler. Sanki o kerem ağacının göğe doğru uzanan uçlarının altında uçanların kanatları yerlere yapışıktır. (*)

Allah’ım, Sana tekrar tekrar hamd-ü senâ eder, kullarını başkasına muhtaç bırakmayan tevfikini kendime dost ve yardımcı kabul eder, hiçbir nefsin hatır ve hayâlinden geçmeyen, bir gün bile zan ve tahminime uğramayan İlahi takdirin ve tasavvufun ile eski hâlimden alıp, lûtfun ve kereminle kolumdan tutup, sonsuz kuvvet ve kudretinle cebren davet ederek ve bu uğurda ayan beyan olan her türlü sıkıntıları ve takat getirilmez güçlükleri rahmet ve şefkat nazarınla hafifleterek, Sana dönüşümü kolaylaştırıp, nefse bağlılık ve esirlikten kurtulup, boynumu onun esaret zincirinden koruyup, derecelerin en yücesi olan kanaat mertebesine yüceltip, dünya ve onun ziynetine meylimi giderip, nefsimi dünyanın sütsüz memesinden alıp, birçok devlet ve servetten sonra zühd ve takva sermayesi ile zengin kıldın.

Allah’ım, bir vakitler günahımın kazancı olarak memleketimden uzak kalışımın sebeplerini, bir nevi sitemle ve düşüncesizce yalvarıp, öğrenmek diledim. Sen ise beni âdeta okşayarak, sonsuzluğa kadar varan bir lûtuf ve keremle taltif edip, en mübarek memleket olan ve en mübarek insanın doğum yeri bulunan Mekke-i Mükerreme’ye kabul buyurmakla, orada Beyt-i Muazzama’yı tavaf ve haccı edâya muvaffak kılmakla ve öyle bir yerde misafir kalmayı nasip etmek şerefi ile şereflendirip şereflerin en yücesine erdirdin.

Allah’ım, Senden nebilerin sonuncusu, bilumum sevdiklerinin efendisi olan Hazret-i Muhammed Mustafa (s.a.v.)’e ve O’nun her biri birer hidayet yıldızı, takva ve birr sahibi sahabelerine ve kendinden olan yakınlarına rahmet ve selâmetle muamele etmeni niyaz eyler, imanımı ve hareketlerimi, bilerek ve görerek yaptığım bilumum hizmetlerimi, kalemimin yazdığı ve yazacağı ve kalbime doğacak hususları ve şu anda meydana gelen makaleleri, Kerim olan sıfatın hürmetine okuyacakların feyzine vesile olmasını dilerim. Bu yazdıklarıma doğuda, batıda ve her tarafta faydalanılan ve aranan yazılar olma bereketini ikram eyle.

Bu makaleler, Senin çevresi ile beraber mübarek ve tertemiz kıldığın Harem-i Kâbe’de bir araya geldiğinden ve Hıcri Kâbe’de hıfz-u emânında kalmasını, te’lif edeninin, yazanının, öğreteninin ve öğreneninin faydalanmalarını halisâne temenni ve niyaz eylerim.

Allah’ım, Sen her hayrın sahibi ve ikram edeni, koruyanı ve yüceltenisin.

Senin alçaltacağını yükseltecek bulunmadığı gibi, gazabına uğrayanı affedecek bir merci de yoktur.

 

(*) Müellif, (yazar) gerçek şükür ehlinin tevazuunu zarif bir edebi üslup içerisinde anlatmaktadır.

Etvâkuz Zeheb – Zemahşeri

Alaydan Ve Şakadan Sakınmak Lazımdır

Basiret sahibi ve ihtiyatlı diye o kimseye derim ki, daima ciddiyet üzere olur ve kimseyle alay etmeye, şakalaşmaya meyl etmez.

Mizahı ve şaklabanlığı kendisine huy edinen kimsede vakar kalır mı? Ve hiç vakur insanla şaklaban bir olabilir mi?

Alay edip, şaka söylerken ağzından öyle kelimeler çıkar ki, seni günaha sokar; karşındaki dostunsa kalbine kin tohumu eker; yok eğer emrin altındakilerden biriyse onun nazarında kadr-ü kıymetin ve mehâbetin azalır. Bütün bunlara rağmen hala lâtife diyorsan, eyvahlar olsun sana!

A zevzek! Eğer şakada olan mahzurları bilseydin, bütün bütün terkederek seni bundan men etmek isteyenlere itaat eder ve bir daha mizah yollu sözleri ağzına almazdın.

Şakalaşıp, lâtife ederken karşındaki herifin gülmesi hoşuna mı gidiyor? Bilmiyor musun ki, o bu gülmesiyle seni rüsvay ediyor. Ne kadar gülünç olduğunu elaleme ilan ediyor. Bu hal ise ancak aklı kıt ahlaksızlara yaraşır.

Etvâkuz Zeheb – Zemahşeri

Hak ve Mahşer

Ebu Hureyre (r.a.) şöyle diyor:

Resulullah (s.a.v.) (bir gün) oturdukları halde birden dişleri görülür bir şekilde güldüler. Gülmesinin sebebini sorduğumuzda şöyle buyurdular:

“Ümmetimden iki kişi gelip Allah Teala’nın huzurunda duracaklar; onlardan biri diyecek ki: Allah’ım! benim hakkımı ondan al! Allah Teala buyuracak ki: “Kardeşinin hakkını ver!” Borçlu adam arz edecek ki: Allah’ım! Benim iyi amellerimden bir şey kalmamıştır (ona verecek dünyevi bir malım da yoktur).” Hak sahibi de diyecek ki: “Ey Rabbim! Öyleyse benim günahlarımdan yüklensin!”

Sonra Resulullah (s.a.v)’in gözlerinde yaşlar boşanarak şöyle buyurdular:

“O gün (kıyamet günü) öyle bir gündür ki insanlar, günahlarının başka bir kimseye yüklenmesine ihtiyaç duyarlar. Allah Teala hakkını isteyen kimseye şöyle buyurur: Gözlerini çevir, cennete doğru bir bak, ne görüyorsun? O zaman başını kaldırıp güzel nimetleri görünce hayretle; Allah’ım! Bunlar kimin içindir? diyecektir.

Allah Teala- “O hakkın değerini bana veren kimse içindir.”

Hak sahibi – O hakkın değerini kim sana ödeyebilir?

Allah Teala – “Sen.”

Hak sahibi – Ben nasıl ödeyebilirim?

Allah Teala – “Ondan geçmenle (hakkını bağışlamanla).”

Hak sahibi – Allah’ım! Ondan geçtim.

Daha sonra Allah Teala buyuracak ki: “Din kardeşinin elini tut, birlikte cennete gidin!”

Bu esnada Resulullah (s.a.v) buyurdular ki: “Takvalı olun, birbirinizin arasını bulun!”

Besmele’nin Fazileti

Saliha bir kadının, münafık ve cahil bir kocası vardı. Bu kadın ” Bismillahirrahmanirrahim ” diye besmele çekmeden, hiçbir işine başlamazdı. Kocası, onun bu haline kızar, kadıncağıza yapmadığı eziyeti bırakmazdı. O saliha kadın ise, kocasının eza ve cefalarına sabreder ve onun doğru yola gelmesi için Allah’a dua ederdi.

Birgün, kadının kocası iyice öfkelenmişti. Karısına yapacağı eziyet ve kötülük için bir bahane arıyor ve kendi kendine : ” Şuna bir oyun çevireyim de görsün; bakalım onu rezil olmaktan kim kurtaracak ? ” diye söylenip duruyordu. Başkalarına açıkça söyleyemediği inkarcılığı, artık bütün çirkinliğiyle, içinde dolup taşmıştı.

Hanımını çağırdı, ona bir kese altın vererek:

– Bunu iyi sakla !!!

diye tenbih etti. Kadında kocasının emri üzerine hemen gitti, besmeleyi çekerek keseyi iyice sakladı. Bu arada kocasıda onu gizlice takip ediyordu. Sonra karısının haberi olmadan keseyi, karısının sakladığı yerden aldı. İçindeki altınları boşaltarak, keseyi derin bir kuyuya attı. Aradan çok geçmeden karısını çağırdı ve :

– Sana verdiğim bir kese altını hemen getir.

dedi. Kadın koştu; keseyi sakladığı yere, ” Bismillahirrahmanirrahim ” diyerek elini uzattı. Tam o anda, Allah’ü Teala’nın emriyle, kese kadının sakladığı yerde içindeki altınlarla beraber aynen duruyordu. Islanan keseden suları damlıyordu. Kadın kesenin neden ıslak olduğunu anlayamadı ve keseyi kocasına getirdi. Adam içi altınla dolu keseyi görünce çok şaşırdı ve karısının söylediklerinin ne kadar doğru olduğunu anladı. Sonra karısına ;

– Sana çok zulmettim, çok canını yaktım, beni affet.

diye yalvarmaya başladı. Allah’a tevbe ve istiğfar etti. İbadetlerine bağlı bir insan oldu. O günden sonra dua ve yakarışlarında hep şöyle derdi ;

– Ya Rabbi ! Bana dünyam ve ahiretim için hayırlı, Saliha bir kadını eş olarak verdiğin için, sana hakkıyle şükretmekten acizdim, beni affet Alah’ım…

O saliha kadın ise ;

– Ya Rabbi ! Sana şükürler olsun ki, duamı kabul edip kocamı salihlerden eyledin, diye dua ediyordu.

Bu hikayeden alınacak ibretler ve çıkarılacak hikmetler çoktur. Büyükler demişler ki ; ” Sabrın kendisi acıdır, lakin meyvesi tatlıdır.”

Kötü Olaylara Sabretmek

Ermişlerden birinin bir arkadaşı varmış; devrin hükümdarı onu hapseder. Ermiş kişi, cezaevinde ki arkadaşının hal ve hatırını sormak için ziyaret eder ve:

– Hapishanede halin nasıldır? diye sorar.

Arkadaşı:

– Allah’a şükürler olsun, diye cevap verir.

Sonra, hapishaneye şişman bir Mecusi’yi getirirler; Mecusi ile onu zincirle bir araya bağlarlar. Öyle bir hal alır ki,adam, Mecusi nereye giderse, onunla birlikte gitmek zorunda kalır. Mecusi helaya gittiğinde, o da gitmeye ve hacetini bitirinceye dek onun yanında durup, pis kokuları çekmeye mecbur olur ve bunun gibi hayli eziyetler çeker.

O ermiş olan dışarıdaki arkadaşı bu olayı duyar ve arkadaşını ziyaret edip halini sorar, hapisteki arkadaşı yine şöyle cevap verir:

– Allah’a şükürler olsun, der.

Bunun üzerine arkadaşı:

– Ne zamana kadar böyle şükredeceksin, senin içinde bulunduğun beladan, daha büyüğü var mıdır? der.

Bunun üzerine hapisteki;

– Ey kardeşim! ben aslında daha büyük felaketlere müstahakım. Allah’u Teala bu kadarla bana müsamaha etmiş ise, buna şükretmek vacip olmaz mı? Sen hiç işitmedin mi ki, bir büyük zatın üzerine bir tas kül dökülmüş de, o zat secdeye varıp, Allah’a şükretmiş. Kendisine, niçin şükrettiği sorulduğunda ise şöyle cevap vermiş;

“Ben üzerime bir tas ateş dökülmesinden korkarım. Bir tas kül dökülmekle, daha büyüğünden bağışlandım, Allah’u Teala’ya şükretmeyeyim mi?” demiş.

Kaynak : Ahmed Şihabuddin El-Kalyubi’nin,” Dini Hikayeler ” adlı kitabı.

Sayfa : 168

Çeviren : Hüseyin Erdoğan.

Helal Lokma Gerek

Sultan II. Murat zamanında, henüz Osmanlılarda hazine teşkil edilip padişahlar saraylarda gönlünce harcama yapmazlar ve onlar da harplerde elde edilen ganimet ve haraçlardan ve madenlerden başka devletin bir geliri yoktu. Halktan vergi toplayıp saray erkanı için harcanmazdı. Hal böyle olunca, padişahlar da zaman zaman parasız kalabiliyordu.

Bir gün Fazlullah Paşa, II. Murad’ın Çandarlı Halil paşa’dan borç para istediğini görüp:
Sultanım, Padişahın vezirlerden ve şundan bundan para istemesi yerinde olmaz. Müsaade buyurursanız bir hazine teşkil edilsin ve oradan saraya tahsisat ayrılsın, dedi.

Fazlullah Paşa’yı dinleyen Sultan Murad Hazretleri:

– Bu parayı nereden ve kimden toplayacaksın? diye sordu.

Fazlullah Paşa:

-Sultanım bu memlekette çok zenginler var, bir fermanla bazılarından bir miktar mal toplamak mümkündür, dedi.

Sultan Murad:

– Sen nice teklif edersin Fazlullah Paşa! Bize ve bizim askerimize helâl lokma gerektir. Bizim askerimizin boğazına helâl lokma girmez de, onun bunun hakkı girerse bu askerle, meydan-ı gazada nasıl harp edebiliriz? Haram üzerine bina kurulursa ayakta durma imkanı var mıdır? diyerek Fazlullah Paşa’nın teklifini reddetti ve Çandarlı Halil Paşa’dan bir miktar borç alarak iade etti ve sonra da ödedi.

Allah Kullarını Biz Farketmesek de Korur

Zünnun-i Mısri’nin şöyle dediği rivayet edilmiştir:

Bir gün elbiselerimi yıkamak için Nil nehrinin kenarına gitmiştim. Nehrin kenarında dururken, bir de baktım ki, görülmemiş şekilde büyük bir akrep bana doğru geliyor. Çok korkmuştum. Beni onun şerrinden koruması için Cenab-ı Hak’ka sığındım. Akrep nehre geldiğinde, sudan büyük bir kurbağa çıkıp akrebe doğru geldi. Akrep kurbağanın sırtına binip suyun üzerinde yüzüp gittiler. Bu bana çok şaşırtıcı gelmişti. Ben de onların nehrin kenarında takip ettim. Nehrin karşı yakasına geçtiklerinde, akrep kurbağayı bırakıp dalları büyük, gölgesi çok olan bir ağacın yanına gitti.

Bir de baktım ki, ağacın altında Allah’a asi bir genç mışıl mışıl uyuyor. Kendi kendime: “La ha’vle vela kuvvete illa billah. Bu akrep nehrin ötesinden buraya kadar, bu genci sokmak için geldi” dedim ve içimden, akrep gence yaklaştığı zaman hemen akrebi öldürmeğe karar verdim. Akrebe yakın bir yerde durdum. Bir de baktım ki karşıdan büyük bir yılan, genci öldürmek için, gence doğru geliyor. Bu sırada akrep yılanın üzerine hücum etti ve başını sokmaya başladı. Akrep yılanın ölmesine kadar başını sokmaya devam etti. Yılan öldükten sonra akrep nehre döndü.Kurbağa da onu orada bekliyordu. Akrep tekrar kurbağaya binip nehrin öte yanına geçti. Ben de arkalarında bakakaldım.

Sonra gencin yanına geldim, o hala uyuyordu, akabinde baş ucunda kendi kendime şöyle dedim :

– Ey uyuyan genç; Allah seni, sen fark etmesen de karanlığın içindeki her türlü kötülükten korur. Sen uyusan bile Allah uyumaz. O kullarına çok merhametlidir. dedim.

Genç benim bu sözlerim üzerine uyandı ve başından geçen olayları kendisine anlattım. Genç hemen tevbe etti. Bütün yapmış olduğu kötü davranışlarından vazgeçip, iyilerden oldu ve ölünceye kadar hayatı böyle devam etti. Allah ona rahmet etsin.

Kaynak : Ahmed Şihabuddin El-Kalyubi’nin,”Dini Hikayeler” adlı kitabı.

Sayfa : 166

Çeviren : Hüseyin Erdoğan.

Hz. Ali’nin Büyüklüğü

Hz. Ali’nin Büyüklüğü

Birgün ashab Peygamberimiz (s.a.v)’den Hz. Ali’yi niçin çok sevdiğini sordu. Hz Peygamber o anda mecliste bulunmayan Hz. Ali’yi çağırmaya adam gönderdi ve orada bulananlara sordu:

– Birisine iyilik etseniz, o da size kötülük etse ne yapardınız? Cevap verdiler:

– Yine iyilik ederiz

– Yine kötülük yapsa?

– Biz yine iyilik ederiz?

– Yine kötülük yapsa?

Ashab cevap vermedi, başlarını öne eğdiler. Bunun anlamı kötülüğe kötülükle mukabele etmesek bile iyilik yapmaya devam etmeyiz, demekti.
Bu sırada Hz. Ali o meclise geldi. Rasulullah Hz. Ali’ye sordu:

– Ya Ali, iyilik ettiğin biri sana kötülük etse ne yapardın?

– Yine iyilik ederdim.

– Yine kötülük yapsa?

– Yine iyilik yapardım.

Hz. Peygamber soruyu tam yedi defa tekrarladı. Hz. Ali yedi defasında da “yine iyilik ederdim” diye cevap verdi. Ashab:

– Ya Rasulallah, Ali’yi çok sevmenizin sebebini şimdi anladık, dediler.

Gurura Karşı İlaç

Gurura Karşı İlaç

Halife Hz. Ömer (r.a.) bir gün kırbasını (su tulumu, su kabı) sırtına yüklenmiş, Medine’nin en kalabalık sokaklarında dolaşıyordu. Babasının sırtında kırba ile dolaştığı oğlu Abdullah’ın da gözüne ilişti ve kendisine yetişip sordu:

– Baba sen ne yapıyorsun, koskoca halife sırtında kırba taşır mı, taşıtacak kimse mi bulamadın?

– Oğlum, bunu taşıtacak adam bulamadığım için veya başka bir mecburiyet dolayısıyla taşıyor değilim. Nefsime gurur gelir gibi oldu, kendimi beğenir gibi oldum, sırf onu küçültmek için bu yola başvurdum.